EVİMİZ YANIYOR! BU YANGINI SÖNDÜRECEĞİZ!
İklim krizi derinleşiyor! Sonuçlarını her geçen gün daha korkutucu bir şekilde gördüğümüz iklim krizi, günlük yaşamı ve ekonomiyi derinden etkiliyor. Dünyanın sıcaklığındaki artış kritik eşik olan 1,5 dereceye yaklaştı. Her yıl sıcaklık rekorları kırılıyor, buzullar eriyor, aşırı hava ve iklim olayları artıyor, ekosistemler tahrip ediliyor, canlı türleri yok oluyor. Evimiz yanıyor! Dünya altıncı büyük yok oluşa sürükleniyor!
Hemen harekete geçmezsek çok geç olacağını biliyoruz. Gıda ve su güvencesi tehdit altında. Kitlesel göçler kapımızı çalıyor. Yabancı düşmanlığı ve ırkçılık, milliyetçi, popülist ve otoriter yönetimler toplumlara sahte çareler önererek yükseliyor. Bütün dünyayı etkileyen, mevcut ekonomik ve siyasi sistemin yarattığı sorunları tüm çıplaklığıyla ortaya seren koronavirüs salgını da doğaya tepeden bakan çarpık anlayışın sonuçlarından biri. Bu salgın, sorunlara ancak dünyayı bir bütün olarak ele aldığımız takdirde çare bulunabileceğini gösteriyor. Çözüm insanla birlikte, hayvanı, ırmağı, ormanı, havası, suyu ve toprağıyla doğayı da savunmakta.
İçinde bulunduğumuz ekolojik, ekonomik, sosyal ve siyasi krizin çözümü ancak yeni bir siyaset anlayışının yükselmesiyle bulunabilir. Geleceğimizi kutuplaşan kimlikler üzerinden kurgulanan ayrıştırıcı ve baskılayıcı politikalarla ve demokrasiyi tahrip eden otoriter yönetimlerle değil, insanın ve doğanın sömürülmesine karşı ekolojik dengeye sahip çıkan yeşil bir siyasetle kurabiliriz. Bu yüzden hem yerel hem de küresel düzeyde mücadele eden, adil, eşitlikçi, çoğulcu ve özgürlükçü politikaları savunan bir Yeşiller Partisi’ne bugün her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var.
Yeşiller Partisi’nin kurucu nitelikteki bu kısa program metninde, ekonomik, ekolojik ve siyasi krizlerle mücadeleye yönelik olarak Yeşiller’in temel ilkeleri doğrultusunda bir araya getirdiğimiz tespitleri ve çözüm önerilerini kamuoyuna sunuyoruz.
İklimi değil, sistemi değiştir!
Dünya bugün yeni bir dönemin eşiğinde bulunuyor. İklim krizi bildiğimiz toplumsal ve siyasi yapıyı, ekonomik ilişkileri ve dinamikleri temelden sarsıyor. Yeşiller, yeni koşulların belirlediği bu yeni dünyanın bilinci içinde, toplumu geleceğe hazırlayan, doğru çözüm ve politikaları geliştirmek için öncülük eden bir rehber olmayı amaçlıyor.
İklim krizinin nedeni dünya ekonomisinin yoğun karbon salımına neden olan fosil yakıtlara bağımlılığından vazgeçmemesi. Tüketim toplumunu tek yol olarak dayatan büyük şirketler ve onların çıkarlarını savunan hükümetler bu krize neden olan ve derinleştiren aktörler arasında en ön sırada geliyor. Ekonomik sistem dünyanın geleceğini yok ederken, doğayı ve geleceğimizi koruması gereken hukuk düzeni asıl suçlu olan büyük kirleticileri koruyor.
İklim felaketleri toplumların kırılgan kesimlerini çok daha fazla etkiliyor. Erken sanayileşmiş zengin ülkelerin yarattığı krizin bedelini az gelişmiş ve yoksul ülkelerde topraklarını, evlerini, işlerini, geçim kaynaklarını ve hayatlarını kaybetme tehdidi altında yaşayan halklar ve sayıları milyonları bulan iklim göçmenleri ödüyor. İklim krizini durdurmadığımız için çocukların, gençlerin, gelecek kuşakların hayatını çalıyoruz.
Yeşiller olarak, bilim insanlarının, iklim hareketinin ve genç aktivistlerin çağrılarına kulak veriyor, iklim krizini durdurmak ve etkilerini azaltmak için üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirmeye hazır olduğumuzu ilan ediyoruz.
Sera gazı salımlarını hızla artıran Türkiye, artık uluslararası iklim anlaşmalarında istisnalar arayan bir devlet olmayacak, Paris Anlaşması’na taraf olarak sorumluluğuna sahip çıkacak ve 2050’de sıfır emisyon hedefine yönelik bir azaltım politikası belirleyecek.
İklim değişikliğine neden olan sera gazı salımlarını radikal bir şekilde azaltacak politikalar uygulayacağız. Enerji, sanayi, ulaşım, kent, yerel yönetim, göç, sağlık, sosyal haklar, tarım ve gıda başta olmak üzere bütün politika alanlarını iklim kriziyle mücadele amacıyla uyumlu hale getireceğiz. Paris Anlaşması’nda belirtilen küresel ısınmayı 1,5 derecede sınırlama hedefine bağlı kalacağız ve 2050’ye kadar fosil yakıt kullanımını tamamen terk etme hedefi doğrultusunda, ekonomide derin bir karbonsuzlaşmayı amaçlayacağız.
İnsan merkezli değil, doğa merkezli bir yaklaşım!
İklim krizi, ormansızlaşma, kirlilik ve biyoçeşitlilik kaybı başta olmak üzere, içinde yaşadığımız bütün bir ekolojik yıkımın temel sebebi, insan-merkezli bakış açısı. İnsan kendini doğanın sahibi olarak görüyor, doğal varlıkları sonsuz bir kaynak olarak kabul ettiği için sınır tanımadan sömürüyor. Büyümeyi tek hedef haline getiren, insan çıkarı dışında bir kaygı taşımayan bir ekonomik sistem dünyanın sonunu hazırlıyor.
Oysa insan doğanın efendisi değil, sadece onun bir parçasıdır. Canlı ve cansız tüm varlıklar birbirine bağlıdır. Doğaya, ekosistemlere ve hayvanlara zarar verdiğimizde, aslında kendimize zarar veriyoruz. Biz sadece insanların değil, hayvanların ve diğer doğal varlıkların da adaletten ve haklardan yararlandığı bir dünya istiyoruz.
Yeşiller olarak, doğa merkezli bir yaklaşımın mümkün olduğunu biliyor, bütün politikaların doğanın haklarını esas alan ve doğa ile uyumu gözeten bir şekilde tasarlanması gerektiğine inanıyoruz. İnsan etkinlikleri için işgal edilen, kötüye kullanılan ve tahrip edilen doğal yaşam alanlarının korunması Yeşiller’in değişmez önceliklerindendir.
Kara avcılığına ve satılması, sergilenmesi dahil her türden yaban hayvanları ticaretine izin vermeyeceğiz. Doğa koruma alanlarını genişleteceğiz ve statülerini sağlamlaştıracağız. Kanal İstanbul, Karadeniz yaylalarını birleştirmek için yapılan “Yeşil Yol” ve Kaz Dağları’nı yok eden altın madenleri gibi eko-kırım projelerine geçit vermeyeceğiz.
Doğa koruma alanındaki bilimsel araştırmaları ve geleneksel ekolojik uygulamaları teşvik edeceğiz. Deniz kirliliğini, denizlerde yanlış, aşırı ve zamansız avlanmayı ve sulardaki canlı yaşamı tehdit eden bütün ekonomik faaliyetleri durdurmak için gerekli önlemleri alacağız. Ormanlar, sulak alanlar, kıyılar, dağlar gibi hassas ekosistemleri ve kentlerdeki yeşil alanları koruyacağız ve geliştireceğiz.
Herkes için su hakkı!
Yanlış su politikaları, dünyanın hızla ısınması ve artan kuraklık nedeniyle su krizi daha da ağırlaşıyor. Su varlıklarımız hızla tüketiliyor, kirletiliyor, akışı değiştiriliyor, hapsediliyor. Su, alınıp satılan ticari bir meta haline getiriliyor. Oysa su, canlıların en önemli besini, gıdaların hammaddesi ve bütün üretim sektörlerinin ortak girdisidir.
Yoğun ve yanlış kentleşme, aşırı üretim ve tüketim ve iklim değişikliğinin etkilerini daha da artıran yanlış su politikaları temiz suya erişimi giderek daha zor ve maliyetli hale geliyor. Yaşamın devamını sağlayan su döngüsü, ihtiyaç dışı barajlarla, hidroelektrik santrallerle ve havzalar arası su taşıma projeleriyle daha da bozuluyor. Suyu arıtarak insanların kullanabileceği hale getirmek ve uzak mesafelere taşımak maliyetli bir hal alıyor ve suyun fiyatı artıyor. Yaşam hakkının en temel bileşeni olan suya artık sadece parasını ödeyen erişebiliyor, ödeyemeyen mahrum bırakılıyor.
Oysa su tüm insanların, diğer canlıların ve gelecek kuşakların vazgeçilmez hakkı olan bir müşterektir. Yeşiller olarak, bozulmuş su döngüsünü onaran, tarımsal, evsel ve endüstriyel su kullanımında su tasarrufunu amaçlayan su politikaları geliştireceğiz. Yeraltı ve yerüstü su varlıklarını aşırı tüketimden ve kirlilikten koruyacak, suyun ekosistem içindeki doğal akışını bozmayacağız.
Su havzalarını toprağı, suyu, havası, insanları ve diğer canlıları ile bütün olarak korumaya odaklı, toplumun bütün kesimlerinin söz sahibi olduğu, büyümeye değil verimliliğe yönelen, havza bazında, ekolojik ve sürdürülebilir bir su yönetimini benimseyeceğiz. Yeterli miktarda, içilebilir kalitede ve lezzette suya herkesin erişmesini sağlayan su temin sistemlerini hayata geçireceğiz.
Herkes için iyi, temiz ve sağlıklı gıda!
Yanlış tarım politikaları hem çiftçileri hem de yeterli, temiz ve sağlıklı gıdaya erişimi tehdit ediyor. Tarım zehirleri toprağı verimsizleştiriyor, patentli tohumlar sürdürülebilir tarımı riske atıyor, endüstriyel hayvancılık hayvanlara eziyet ediyor. Tarıma açılan topraklar ve enerji tüketimi arttığı halde iklim krizinin de etkisiyle her yıl daha fazla insan açlıkla yüz yüze geliyor.
Yoğun girdi kullanımına dayalı tarım ve hayvancılık fosil yakıtlara bağımlılığın yanı sıra kimyasal gübre kullanımı ve hayvancılıktan kaynaklanan sera gazları ile hem iklim krizini şiddetlendiriyor hem de su ve gıda ziyanına, biyolojik çeşitlilik kaybına ve kirliliğe neden oluyor. Endüstriyel tarım ve hayvancılığı destekleyen yanlış tarım politikaları ve büyük kısmı ithal edilen girdi fiyatlarının sürekli artması sonucunda küçük üretici üretim yapamaz hale geliyor. Çiftçiler ve kırsal topluluklar emeklerinin karşılığını alamıyor, göç etmek zorunda kalıyorlar.
Yeşiller olarak, tohumdan sofraya tüm gıda zincirini yeniden yapılandırmak üzere yola çıkıyoruz! Doğaya saygılı, adil, etik ve ihtiyatlılık ilkesine uygun yöntemler tarım ve gıda politikalarımızın temelini oluşturacak. Gıda güvencesini sağlamaya ve iklim krizinin etkilerine karşı direnç geliştirmeye öncelik vereceğiz. Yerel üretimi destekleyen, çiftçinin sosyal ve ekonomik refahını gözeten tarım politikaları geliştireceğiz. Topluma iyi, temiz ve sağlıklı gıda sağlayacak ekolojik ve sürdürülebilir modeller oluşturacağız.
Tarımda ithalata bağımlılığı artıran yapıyı değiştireceğiz, yerel üretimi teşvik etmek için üretici nüfusun ekonomik ve sosyal refah düzeyini artıracağız. Tarımsal destekleri, endüstriyel tarım ve hayvancılık şirketlerine değil, yerel ve geleneksel uygulamalardan da faydalanarak ekolojik ve sürdürülebilir üretim yapan küçük çiftçilere yönlendireceğiz. Çiftçileri şirketlere ve tarımsal zehirlere bağımlı olmaktan kurtaracak bir teşvik ve garanti altyapısı kuracağız. Böylece nüfusun daha fazla bir kısmının tarım yoluyla geçimini sağlayabilmesini ve hayatlarını kırsalda idame ettirebilmesini mümkün kılacağız.
Çiftçinin ürünlerini en az aracıyla tüketiciye ulaştıracağı bir yapı oluşturacağız. Gıdanın ekolojik ayak izini dikkate alan vergilendirme politikaları geliştireceğiz. Üretici ve tüketici kooperatiflerini ve bunların arasındaki şeffaf ve denetlenebilir ağları destekleyeceğiz. Gıda tedarikinde tekelleşmeyle mücadele edeceğiz. Kent bostanlarıyla insanların kendi gıdalarının bir kısmını yerel olarak üretmelerinin önünü açacağız, böylece kentlilerin toprağa ve gıdaya yabancılaşması da azalacak.
Doğal kaynakları, biyolojik çeşitliliği, insan ve hayvan sağlığını tehdit eden tarımsal zehirleri yasaklayacağız. Bütüncül, onarıcı ve sürdürülebilir tarım uygulamalarıyla doğal kaynakların tüketilmesinin, toprak bozulumunun, ormansızlaşmanın ve çölleşmenin önüne geçeceğiz.
Toprağın verimini düşüren, doğal kaynakları tahrip eden, sertifikalı hibrit tohuma dayalı monokültür tarımını değil, yerli atalık tohumlarla üretimi teşvik ederek çeşitliliği gözeteceğiz. Çiftçilerin tohuma erişim haklarının önünü açacağız. Genetiği değiştirilmiş organizmaların (GDO) üretimine, ekimine, ithalatına, insan gıdası olarak tüketimine, hayvan yemi ve biyoyakıtlar dahil olmak üzere hiçbir kullanım şekline izin vermeyeceğiz.
GDO’lu yemlere bağımlı, antibiyotik ve diğer kimyasalların yoğun olarak kullanıldığı, sera gazı salımındaki payıyla iklim krizinin önemli nedenlerinden biri olan ve hayvan refahını tehdit eden endüstriyel hayvancılığa son verecek adımlar atacağız. Et tüketimini değil, besin değeri yüksek bitkisel gıda üretimini ve tüketimini teşvik edeceğiz.
Plastik kirliliğine son!
Dünya plastik üretimi her geçen yıl artıyor, özellikle tek kullanımlık plastikler yüzünden kara, deniz ve atmosfer plastik kirleticilerle yoğun bir şekilde kirletiliyor. Plastik kirliliği hem insan sağlığına hem de ekosisteme ve diğer canlılara zarar veriyor.
Yeşiller olarak plastik kirliliğini ortadan kaldırmak için hızlı ve kararlı önlemler alınmasını savunuyoruz. Tek kullanımlık plastikler belirli bir plan dahilinde tamamen yasaklanacak ve üretimleri durdurulacak. Bu yolda ilk aşama olarak her türlü plastik poşet ücrete tabi olacak. Çeşmelerden içilebilir su akması sağlanarak plastik su şişesi tüketiminin önüne geçilecek. Kozmetik ve temizlik ürünlerinde mikroplastik boncuk kullanımı yasaklanacak. Sürdürülebilir alternatiflerin ve daha geleneksel yaklaşımların günümüz koşullarına adapte edilerek geliştirilmesi sağlanacak. Gıda ambalaj sisteminde sürdürülebilir ve tekrar kullanıma uygun alternatifler zorunlu hale getirilecek.
Her türlü çöp, tehlikeli ve plastik atık ithalatı ve ihracatı yasaklanacak. Yerel yönetimlerin çöp ayrıştırma alt yapısını geliştirmeleri sağlanacak ve yeniden kullanıma imkân sağlayan alternatifler desteklenecek. Tehlikeli ve plastik atıkların yakılarak bertaraf edilmesi için kurulan, bu nedenle çok zararlı kalıcı organik kirleticilerle çevreyi kirleten tesisler kapatılacak. Tehlikeli atıkların kontrolsüz biçimde gömülerek depolanmasına izin verilmeyecek. Çöp toplama sektöründeki yasadışı ve kayıt dışı işçiliğin, çocuk işçiliğinin ve ırkçı uygulamaların önüne geçilecek.
Yeşil enerji, yeşil ulaşım!
İklim krizine son vermenin yolu gelecek 30 yıl içerisinde enerjiyi yüzde yüz yenilenebilir kaynaklardan elde etmeyi başarmaktır. Fosil yakıtlar (kömür, petrol ve doğal gaz) iklimi değiştirmenin ve hava kirliliğiyle sağlığımızı tehdit etmenin yanı sıra, ülkeyi fosil yakıt şirketlerinin ve üretici ülkelerin etkilerine tehlikeli bir şekilde açık hale getiriyor, bağımlı kılıyor, mali kaynakları boşa akıtıyor. Bir fosil yakıt olan doğal gazın temiz bir enerji kaynağı gibi sunulmasını reddediyoruz.
Nükleer santraller ise Çernobil ve Fukuşima gibi felaketlere neden olması, geleceğimizi radyoaktif atıklarla kirletmesi ve nükleer silahlanmanın aracı olması sebebiyle kabul edilemez. Merkeziyetçi, pahalı ve kaynak bağımlılığı yaratan nükleer enerjiyi reddediyor, Türkiye’de yarım yüzyıla yakın bir süredir büyük bir inançla mücadelesini sürdüren nükleer karşıtı hareketleri selamlıyoruz. Yapımına başlanmış olanlar dahil bütün nükleer santral projelerinin durdurulacağını ilan ediyoruz.
Yeşiller olarak başta iklim değişikliğine, hava kirliliğine ve aşırı su tüketimine yol açan kömürlü termik santraller olmak üzere fosil yakıt kullanan elektrik santrallerinden tamamen vaz geçeceğiz. Enerjide adil dönüşümü ve yerel üretimi teşvik edecek şekilde başta rüzgâr ve güneş olmak üzere çevreyi kirletmeyecek ve doğayı tahrip etmeyecek şekilde yapılmış yenilenebilir enerji santralleriyle elektrik üretimini sağlayacağız. Yerel ve yenilenebilir enerji kooperatiflerinin, dağıtık enerji üretiminin ve yurttaşın kendi tüketeceği elektriği üretmesinin önünü açacağız. Enerji verimliliğini teşvik ederek enerji tüketimini azaltacak, şebeke altyapımızı yenilenebilir kaynakların üretimin yüzde yüzünü karşılayacak şekilde kullanılmasını sağlamak için iyileştireceğiz.
Yenilenebilir enerji santrallerinin yer seçiminde yerel halkın bilgilenme ve katılım hakkını koruyacağız. Çevreye zararı olabilecek bütün yatırımlar için bağımsız, bilimsel ve katılımcı bir çevresel, ekolojik ve sağlık etki değerlendirmesi yapılmasını sağlayacağız. Türkiye’nin Aarhus Konvansiyonu’na tarafı olması yoluyla bu tür yatırımlar için yerel halkın bilgilenme ve katılım hakkını garanti altına alacağız.
Ulaşım politikalarımızla petrol kullanımına son veren, otomobillere değil yenilenebilir kaynaklardan üretilen elektriği kullanacak toplu ulaşıma dayanan, akıllı ve paylaşımcı sistemleri yaygınlaştıran, verimli ve esnek yük taşımacılığını ve elektrifikasyonu ön plana çıkaran bir ulaşım altyapısı kuracağız. Uçak yerine demiryolunu teşvik edeceğiz, karbon vergisinin de yardımıyla, talebi daha iklim dostu alternatiflere yönlendireceğiz. Bu kapsamda yayalara ve bisikletlere ayrılan kentsel alanı büyüterek kent içinde motorlu ulaşımın rolünü azaltacağız.
Yeşil ve sürdürülebilir enerji, ulaşım ve sanayi politikalarını hayata geçirerek insan ve ekosistem sağlığını tehdit eden, her yıl Türkiye’de de on binlerce insanın hayatına mal olan ve yaşam kalitesini olumsuz etkileyen hava kirliliğini zararlı seviyelerin çok altına indireceğiz.
Yerinden yönetilen kentler!
Dünya nüfusunun yarıdan çoğu, Türkiye nüfusunun ise beşte dördü kentlerde yaşıyor. Hızla kentleşen dünyada toplumların ekonomik, lojistik, idari ve kültürel işlevleri ve enerjileri kentlerde yoğunlaşıyor. Kentler simgesel ve manevi anlamda toplumların odağı ve aynası haline geliyor. İnsanlığın ekolojik ayak izi de kentlerde yoğunlaşıyor.
Ne insanların hep beraber kıra dönmesi ne de kentlerin var oldukları biçimi ile sürdürülebilmesi mümkün. Yeşil bir dönüşüm, öncelikle kentleşmiş insan toplumları için çözüm üretmek anlamına geliyor. Yeşil siyaset de büyük ölçüde kentli bir hareketin ürünü. Kentler, yeşil dönüşümün hem laboratuvarı hem göstergesi. Gerek sorunlar gerekse çözümleri fiziki mekânda cisimleşiyor, mekân politikaları siyasetin tüm temalarını eşit derecede etkiliyor.
Türkiye’nin kentleri hasarlı, onarıma ve dönüşüme ihtiyaçları var. Kimi şehirde dünya savaşlarının yıktığından fazlasını dozer marifeti ile kendi ellerimizle yıktık. Aradan yüzyıl geçmeden kentlerimiz tanınmaz hale geldi. Türkiye, mekân-kırımın adresi oldu. Kent toprağını otomobillerin geçmesi ve park etmesi için mühürleyip, hava, su, toprak ve karbon dengelerini bozarken, trafikte takılıp kaldık. Kamu parası ile konut ürettiğimizde sınıf ayrımcılığı yaptık, yoksulları, göçmenleri değil yerleşik orta sınıfı gözettik. Yeterli sosyal donatıdan, parklardan mahrum kaldık, kamu denetiminden uzak bina üretim standartlarımız depremlerde can aldı.
Mevcut kentsel dönüşüm politikaları yanlışlarla dolu. Dönüşmesinde kamu yararı olan yerler değil, yatırımcının en kısa sürede finansal dönüş alabileceği yerler kentsel dönüşüm alanı ilan ediliyor. Manzara ve otoyol erişim avantajı gibi pazar kriterleri deprem riski, donatı eksikliği gibi kamusal kriterleri gölgede bırakıyor. Çok işlevli, semt sakinlerine barınma, çalışma, sosyalleşme ve dayanışma imkânı veren semtler büyük ölçekli tepeden inme projelerle toptan silinip yeniden inşa edilirken, sterilize ediliyor, barınma dışı işlevler ortadan kaldırılıyor. Çalışma hayatına katılım için otomobil sahipliğini zorunlu kılan kentleşme modeli kentin karbon ayak izini de kötüleştiriyor.
Ancak, ekonominin, kamusal hayatın ve iklimin krize girdiği bugün, sıfırdan başlamak zorunda da değiliz. Çünkü insanların kendi ihtiyaçları temelinde oluşturduğu, çarpık diye küçümsenen kentleşme pratikleri sadece sorun üretmedi, üretim ile barınma, ticaret ile boş zaman için kullanılan mekânları birbirinden çok koparmayarak sosyoekonomik dokuyu krizlere dayanıklı, sokak hayatını canlı, yolları ise görece kısa hale getirdi. Bu bize kimi çözümler için yol gösteriyor.
Yeşiller olarak, kentlerin yönetiminde yerindenlik ilkesini savunuyoruz. Kentsel dönüşüm politikalarını ve büyük ölçekli kentsel projeleri, sosyal, ekolojik ve finansal sürdürülebilirlik temelinde kurgulayacağız. Dönüşüm, ihtiyaç olan mahallelerde, aktörler arasında kamusal kolaylaştırıcılıkla ve kamu denetimi ile kentlerin ve mahallelerin var olan sosyal ve ekonomik ağlarına saygı ve bunları geliştirme esası üstüne inşa edilecek.
Arazi kullanımı ve ulaşım politikaları yeşil kent politikalarının anahtarı olacak. Kentsel alanların içindeki ve yakınındaki tarım topraklarının korunması için yüksek katma değerli organik tarımı destekleyeceğiz, buraların gayrimenkul pazar mekanizması içinde spekülasyon nesnelerine dönüşmesini ve imarlı alanların sınırsız bir şekilde büyümesini engelleyeceğiz.
İçme ve kullanım suyu ile gıdanın kent yakınında yerel düzeyde üretilmesine, tüketicilerin kaynaklara yakın olmasına ve kentlerin karbon ayak izini düşürmeye öncelik vereceğiz. Kentin arazi kullanım ve mekânsal kurgu kararlarını toplu taşımayı, yürümeyi ve bisiklet kullanımını özendirecek şekilde alacak, bunların ortam kalitesini yükselterek diğer ulaşım biçimlerine göre öncelikli hale getireceğiz.
Gerek dönüşüm gerekse yeni yerleşim projelerinde kent içi yoğunlaşma, yeşil alan varlığı ve yaşam kalitesi arasındaki dengeleri gözetecek, katılımcı ve yaratıcı kentsel ve mimari tasarım süreçlerini destekleyeceğiz. Mevcut yapılaşmış çevrenin ve yapı stokunun ve bununla iç içe geçmiş sosyal ağların sürdürülebilirlik ilkesi uyarınca ve olanaklar çerçevesinde değerlendirilmesine öncelik vereceğiz. Kentsel dönüşümü, semt sakinlerinin var olan sosyoekonomik doku, statü ve kazanımlarında bir geri dönüşe yol açmayacak, ancak deprem güvenliği, sosyal donatı, ulaşım gibi konularda nitelikleri geliştirecek şekilde hayata geçireceğiz.
Ekonomide Yeşil Yeni Düzen!
Sınırsız tüketim ve doğal kaynak kullanımı üzerine kurulu bir büyüme sürdürülebilir değildir. Dünyamız tükenmek üzere. Üstelik bu ekonomik model zenginleri daha zengin etmekten başka bir amaca hizmet etmiyor. Toplumun tüm kesimlerine refah sağlayacak, gelir adaletsizliğini ortadan kaldıracak, çatışma değil huzur yaratacak bir ekonomik modeli hep birlikte inşa etmeliyiz.
Ekonomiyi teknolojinin, şirketlerin ve piyasaların değil, toplumun yönettiği bir sistem istiyoruz. Doğanın sınırlarına saygı duyan, sürdürülebilir bir gelecek hedefleyen, tüketim toplumunun yapay gerekleri için değil, ihtiyaçlar ölçüsünde üretim ve tüketim yapan bir ekonomi inşa etmeyi hedefliyoruz. Yerelde hem üretim hem de tüketim için yurttaş kooperatiflerinin yaygınlaşması gibi katılımcı ekonomik modeller üzerinde çalışıyoruz.
Ekonomiyi canlandırmak için hepsi inşaat ve beton demek olan devasa altyapı, ulaşım ve gayrimenkul geliştirme projeleri dışında bir stratejisi olmayan hafriyat ekonomisi anlayışını reddediyoruz. Siyanürlü altın madenleri başta olmak üzere doğa için yıkıcı ve refaha hiçbir katkısı olmayan madencilik projeleri durdurulmalıdır. Doğa ve mekân üzerinde giderek daha yıkıcı müdahaleler haline gelen mega projeler çılgınlığını durdurmak için verilen mücadele önceliklerimiz arasındadır.
Milli gelir, Gayrisafi Yurtiçi Hasıla (GSYİH) gibi insan refahını ve ekonomik faaliyetin doğa üzerindeki etkilerini hesaba katmaktan uzak göstergelerle saptanan bir ekonomik büyüme yalandan ibarettir. Ekolojik ayak izini, artan toplumsal eşitsizlikleri ve savaşı bile kazanç olarak gören bir iktisadî yaklaşımı reddediyoruz. Kıtalararası ve bölgesel adalet çerçevesinde planlı küçülme ekonomilerini tartışmanın bir parçası yapmak istiyoruz. Refahı ve ekonomik faydayı, iyi eğitimden temiz havaya, gelir dağılımını düzeltmekten toplumsal cinsiyet eşitliğine, mutluluktan umuda kadar, refahın gerçek unsurlarını dahil eden yeni endeksler kullanarak ölçmeyi hedefliyoruz.
İklim değişikliğiyle, ekonomik krizlerle, sosyal ve çevresel adaletsizliklerle başa çıkmak ancak Yeşil Yeni Düzen politikalarıyla mümkündür. İklim krizini durdurmayı ve yaşanan yıkıma karşı toplumsal direnci inşa etmeyi hedefleyen, ekonomik faaliyeti sürdürülebilir, döngüsel ve az atık çıkaran bir şekilde yeniden kurgulayan Yeşil Yeni Düzen ile, makroekonomik ve finansal boyutu güçlü bir ekonomik dönüşüm programı yoluyla, bütçe, vergi, yatırım, planlama ve bütün diğer ekonomi politikalarını sürdürülebilirliğe ve sosyal adalete öncelik vererek yeniden tanımlayacağız.
Yeşil Yeni Düzen, enerji ve ulaşım altyapısının dönüştürülmesi, enerji verimliliği, iyi işler yaratılması ve hayat kalitesinin artırılması, müşterekleşme, sürdürülebilir turizm, küçük ölçekli tarım, bakım hizmetleri, alternatif ve enformel alanlardaki işler gibi ekonomik etkinliklerin teşvikiyle topyekûn bir dönüşüm olarak anlaşılmalı.
Yıkıcı ve karbon-yoğun sanayileri karbon vergisi, yenilenebilir enerji ve verimlilik teşvikleri gibi mali politika araçlarını harekete geçirerek küçülteceğiz. Fosil yakıt altyapısının ortadan kaldırılması, iklim dostu yenilikçi endüstrilere rekabet avantajı sağlanması ve ekonomideki dönüşüm için gerekli işgücünü ve adil dönüşümü sağlayacak eğitim ve yeniden eğitim programları geliştirilmesi için kaynak yaratacağız.
Herkes için sosyal adalet!
Yeşil Yeni Düzen aynı zamanda esnek çalışma içinde de olsa kalıcı sosyal güvenceye, emeklilik ve diğer sosyal haklara, iş güvenliğine ve kadınların ekonomideki rolüne öncelik veriyor.
Dezavantajlı ve risklere karşı kırılgan kesimler için eşitleyici bir araç olarak sosyal politikalar ve toplumsal dayanışma yöntemleri etkili bir şekilde kullanılmalıdır. Yeşiller olarak, eşitsiz ve bağımlılık yaratan sosyal yardımlar yerine, bireyi gözeten, eşitliği ön plana alan sosyal politikalar kurguluyoruz. Toplumsal cinsiyet eşitliğini sosyal politikalarımızın ayrılmaz bir parçası olarak görüyoruz. Böylece kısıtlayıcı değil özgürleştirici politikalar geliştirebileceğimize, dezavantajlı bireylerin kendilerini gerçekleştirmesinin önünü açabileceğimize inanıyoruz.
Devlet toplumsal iktidar odaklarına karşı kadın, çocuk ve engelli bireylerin hak ve haysiyetlerini koruyan politikalar geliştirmelidir. Lütuf değil hak olan sosyal destekler kayırmacılıktan tamamıyla arındırılmalıdır. Sosyal güvenlik sistemi herkesi kapsayacak şekilde genişletilmeli, esnek işlerde çalışanlar da emeklilik ve sağlık hakkını da içeren kesintisiz sosyal güvenlik şemsiyesi altına alınmalıdır.
İş cinayetlerinin artarak devam ettiği bir düzende iş sağlığı ve güvenliği hayati öneme sahiptir. Sendikal hakların garanti altına alınması ve sendikalaşmanın artırılması öncelikli hedeflerimiz arasındadır. Emekçiler iş güvencesi, güvenli iş ortamı, adil ve onurlu ücret için karar süreçlerinin en önemli parçası olmalıdır. Eşit işe eşit ücret ilkesi ile iş hayatındaki görünmez engellerin, baskı ve yıldırmaların önlenmesi hukuksal güvence altına alınmalıdır.
Ücretli sektörlerdeki çalışma saatlerinin azaltılarak istihdamın çalışanlar ve işsizler arasında yeniden dağıtılması işsizliği azalttığı gibi, mevcut servetin yeniden dağıtılmasını da mümkün kılabilir. Toplumsal değeri yüksek, bakım, eğitim, sağlık gibi çalışma alanlarını artırılarak emek yoğun bir ekonomi oluşturulabilir. Gönüllü faaliyetler ve kullanıcının katılımıyla örgütlenen alternatif müşterekleştirme pratiklerinin özerk alanı genişletilerek işsizlik azaltılabilir. Bu nedenle haftalık çalışma saatlerini hak kaybına ve gelirlerde erimeye yol açmadan kademeli olarak düşürerek iş ile yaşam arasındaki dengeyi düzelteceğiz ve ek istihdam imkânları yaratacağız.
Toplum tarafından yaratılan maddi değer sadece girişimcilerin ve işgücüne katılanların değil, toplumun bütününün eseridir ve toplumsal zenginlik ve refahtan herkesin pay alması sağlanmalıdır. Özellikle istihdam imkânlarının yeni teknolojilerin gelişmesiyle birlikte gittikçe azalacağı, buna karşın az sayıda insanın elinde toplanan servetin artacağı bir gelecekte, adil vergilendirme, istihdamın ve mevcut servetin yeniden dağıtımı ve istihdam garantisi ile finanse edilebilecek evrensel temel gelir de seçenekler arasında değerlendirilmelidir.
Yaşadığımız küresel salgın, sağlığın bir kamu hizmeti olmasının önemini bir kez daha ortaya koymuştur. Sağlık hizmetleri bir ticaret alanı olmaktan çıkarılmalı, koruyucu hekimliğe ağırlık veren, kamusal bir sağlık sistemi kurulmalıdır. Sağlık çalışanlarının hakları korunmalı, sağlık hizmetlerini bilimsel anlayışla geliştirmek için yapılan bağımsız araştırmalar desteklenmelidir.
Cinsiyet ve cinsellik: Hak, eşitlik ve özgürlük alanı!
Hepimiz cinsiyet ilişkileri içine doğuyoruz. Cinsiyet ilişkileri üzerine düşünmek, cinsellik, norm, yasak, beden ve toplum üzerine düşünmeyi de beraberinde getiriyor. Zira, erkek egemen düzenin bizi sıkıştırdığı karşılıklı zıtlıklar içinde heteroseksüel kadın ve erkekler olmayı öğrenmemiz ve onun değerlerine uygun yaşamamız bekleniyor. Bu değerler erkeği kadından üstün olarak konumlandırırken, heteroseksüelliği de norm olarak sunuyor. Bu sunuş milliyetçilik, ayrımcılık üzerinden toplumu yönetmek isteyen devlet politikaları ve neoliberal sistem için çok elverişli. Çünkü, cinsiyet ve cinsellik üzerinden mesajları gündelik hayatta topluma ulaştırmak çok kolay.
Biz, bu erkek egemen yaklaşıma karşı çıkıyoruz. Zira, bu yaklaşım cinsel yönelimi ne olursa olsun başta kadınları ve hatta norm olarak kabul ettiği erkekleri de eziyor. Bu anlamda erkek egemenliğe karşı politikalar üretmeye gönüllü olan bütün cinsiyetlerle birlikte çalışmaya açık ve kararlıyız. Biz cinsiyet ve cinsellik ilişkilerinin hak, eşitlik ve özgürlükler çerçevesinde şekillenmesi ve yaşanması gerektiğini savunuyoruz.
Ataerkil sistem kadınların, farklı cinsel yönelimlere ve cinsiyet kimliklerine sahip LGBTQİ+ kişilerin ve çocukların hayatlarını zorlaştırmaya devam ediyor. Politik söylemler ve siyasi iradesizlikle zorbalığa maruz bırakılıyor, özgürlükleri kısıtlanıyor ve öldürülüyorlar. Ataerkil şiddetin her türlüsüne karşı kadınları, çocukları, LGBTQİ+ kişileri koruyan yasalar işlevsizleştiriliyor ve tartışmaya açılarak uzun yıllar boyunca elde edilmiş hakları ellerinden alınmaya çalışılıyor.
Kadını iş yaşamından uzaklaştırıp eve yönlendiren sosyal politikalar ve kadın bedenini doğurganlığa indirgeyen beden politikaları aracılığıyla kadınların hayatları, emekleri değersizleştiriliyor. Ev içi emekleri görünmez hale getirilirken sosyal güvenlikleri babalarına ya da kocalarına bağlı olacak şekilde sağlanıyor. Ekonomik bağımlılık kadınları erkek şiddeti karşısında daha da kırılgan hale getiriyor. Kadınları güçlendiren politikaların ve kadın sığınma evlerinin yetersizliği kadınların var olan şiddet ve ekonomik bağımlılık döngüsünün dışına çıkmasını engelliyor. Kadın bedenine ve yaşamına müdahaleye olanak veren toplumsal davranışlar kadınların tacize, tecavüze uğramasına, öldürülmesine neden oluyor. Koruyucu ve engelleyici yasalar işletilmediği için erkek şiddeti her yıl yüzlerce kadını öldürüyor.
Tüm bunlara karşı kadınlar yıllardır, evde, işte, sokakta, politikada eşitlik mücadelesini sürdürüyor. Farklı kesimlerden kadınlar bir araya gelerek erkek egemen sisteme karşı siyasete ve sosyal alana müdahale ettiler, politikalar geliştirdiler, yasa değiştirdiler. Medeni Kanun ve Ceza Kanunu bu çabaların sonucu değişti. Bugün üzerinde çok tartışılan İstanbul Sözleşmesi’ne de böyle gelindi. Biz de bu mücadelenin içinde her zaman tüm olanaklarımız ve gücümüzle yer aldık.
Kadına yönelik şiddetle mücadelede altın standart kabul edilen İstanbul Sözleşmesi’nin etkin olarak uygulanmasını, konuyla ilgili bütün politikalarda toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin sona erdirilmesinin odak noktası olmasını, bunun için 7/24 ulaşılabilecek, toplumsal cinsiyetle ilgili deneyimli ve eğitimli personelin çalıştığı kadın danışma merkezlerinin ve sığınakların açılmasını, cinsel şiddetle mücadele kriz merkezlerinin kurulmasını, toplumsal cinsiyet eşitliğinin eğitimin her aşamasında zorunlu ders olmasını, kadınları şiddete karşı güçlendirecek politikaların hayata geçirilmesini, kadına yönelik şiddetle ilgili bağımsız ve güvenilir bir veri toplama yöntemi geliştirilip, bilgilerin düzenli olarak kamuoyuyla paylaşılmasını ve bir Toplumsal Cinsiyet Bakanlığı kurulmasını görev biliyoruz.
Biz Yeşiller, erkek egemen zihniyetin değişmesi, eşit yurttaşlık temelinde kadın, erkek, LGBTQİ+ tüm bireylerin özgürleşmesi için yapısal ve ilişkisel değişiklikleri her alanda sürekli kılmak için yola çıkıyoruz.
Erkek egemen, heteroseksist, milliyetçi ve militarist rollerin pekişmesinin en temel kurumlarından olan eğitimin cinsiyet ayrımcılığından arındırılması, kadını ev içinde hizmet veren bir konuma indirgeyen neoliberal sosyal güvenlik politikaların değiştirilmesi, ev içi emeğin görünür kılınması, kadın istihdamının önündeki en önemli engellerden biri olan kadına yüklenen bakım hizmetlerinin kamusallaştırılması, bu kapsamda merkezi ve yerel yönetimlere bağlı 24 saat açık, yaygın, ücretsiz ve nitelikli kreş ve gündüz bakımevleri ile hasta, yaşlı ve engelli bakım birimlerinin sayısının artırılmasını istiyoruz. Ayrıca bakım emeğini yalnızca kadınların yükümlülüğü olarak gören ataerkil yaklaşımın karşısında ertelenemez, devredilemez ve zorunlu babalık izni gibi uygulamalarla ev içi emeğinin eşit olarak paylaşıldığı bir düzene geçmeyi talep ediyoruz.
Bu destekten bir “sosyal hak” olarak tüm kadınlar ve erkeklerin eşit olarak yararlanması, kamu kurumlarının ve diğer kurumların yaptığı tüm projelerin cinsiyet eşitliği perspektifiyle oluşturulması, bütçelerinin toplumsal cinsiyete duyarlı olması, siyasette ve karar organlarında kadınların eşit temsili için yola çıkıyoruz.
Günümüzde hayatın her alanına sinmiş bulunan heteroseksist ve homofobik cinsiyetçi bakış açısının değişmesi için herkesin sorumluluğuna sahip çıkması gerektiğine inanıyoruz. Bu doğrultuda, cinsiyet ve cinsellik meselelerini bir bütün olarak ele alıp üzerine siyaset geliştirmenin ve cinsiyetçilik, homofobi gibi ayrımcılıklarla mücadele etmenin hepimizin ortak sorumluluğu olduğuna inanıyoruz. Yeşil siyasetin kadınların ve LGBTQİ+ kişilerin siyasi karar alma mekanizmalarına katılımı için kota, seçimlerde ve söz almada fermuar sistemi gibi kuralları önemsediğini vurguluyoruz.
Hür doğduk hür yaşarız!
Her insan haklarıyla doğar ve özgür bir yaşam en temel insan hakkıdır. Son yıllarda gittikçe daraltılan ve baskı altına alınan kamusal alanın çoğulcu ve hür olması gerektiğine inanıyoruz. Şiddet, nefret ve ayrımcılık içermeyen her fikir özgürce ifade edilebilmelidir. Bunun için devletin görevi, her bireyin kendini özgürce gerçekleştirmesinin önündeki engelleri kaldırmak ve ifade, bilgilenme, örgütlenme ve barışçıl toplanma, özgürlük ve güvenlik hakkı gibi temel hak ve özgürlüklerin koruyucusu olmaktır.
Düşünce ve ifade özgülüğünün en önemli parçası basın özgürlüğüdür. Baskılar, hapis cezaları ve medya sahipliği operasyonlarıyla iktidar partisinin sesi haline getirilen medya düzeni haber alma hakkını ve özgür olması gereken kamusal hayatı tahrip ediyor. Sosyal medya üzerindeki baskılar insanların alternatif haber alma ve ifade özgürlüğü kanallarını da tehdit ediyor. Medya tamamen özgür olmalı, medyada tekelleşmeyi engelleyecek önlemler alınmalı, hapisteki gazeteciler serbest bırakılmalı, basın emekçilerinin bütün hakları garanti altına alınmalıdır.
Anadilde yaşamın hak olduğunu savunuyoruz. Kimsenin ötekileştirilip dışlanmadığı bir toplum kurmak için eğitim ve kamu hizmetleri alanında Kürtçe’nin ve talep edilen diğer anadillerin kullanılmasını sağlayacağız. Dinin örgütlenmesinde, başta Aleviler olmak üzere, farklı inanç kimliklerine açık ve özgür dinî örgütlenmeleri mümkün kılan çoğulcu bir yapıyı diyalog içinde kurgulayacağız.
Daha iyi ve daha özgür bir yaşam için eğitimin nitelikli, yaratıcı, erişilebilir, farklılıklara saygılı ve özgür olması gerekiyor. Türkiye’de başlangıçtan bu yana milliyetçi ideolojinin aracı olan eğitim son yıllarda iktidarın “kindar ve dindar” öğrenciler yetiştirme politikası çerçevesinde iyice niteliksiz, ayrıştırıcı ve kutuplaştırıcı bir hale geldi. Eğitimin bu kötü durumdan kurtarılması için ilk ve orta öğretim ders müfredatı gözden geçirilmeli ve sorgulayıcı, katılımcı, çoğulcu bir eğitim sistemi kurulmalıdır. Anayasa değiştirilerek din dersleri zorunlu olmaktan çıkarılmalıdır. Müfredat iklim krizi konusunda farkındalık yaratan, ekolojik bir bakış açısıyla ele alınmalıdır.
Son yıllarda Türkiye’de üniversiteler üzerindeki baskılar da giderek artıyor. YÖK’ün kapatılması ve üniversitelerin özerk olması için mücadele edilen günlerden akademinin tamamen iktidar partisine bağlandığı günlere gelmiş durumdayız. Oysa gerçek akademi biat etmez! Baskının olduğu yerde ne bilim yapılabilir ne de yeni fikirler yeşerebilir. YÖK kapatılmalı, üniversitelerin özerkliği anayasal güvence altına alınmalıdır. Akademisyenlerin düşünce ve ifade özgürlüğüne yönelik baskılara son verilmeli, Barış Akademisyenlerinin imza kampanyasından ve 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Anayasa’ya aykırı olarak çıkarılan Olağanüstü Hal KHK’leriyle üniversitelerden atılan akademisyenler görevlerine iade edilmelidir.
Basın ve akademi gibi sanat da doğası gereği özgürdür. Muhafazakarlaşmanın ve milliyetçi resmi ideolojinin baskısı altındaki sanatçılar rahat bırakılmalı, özgür bir sanat ortamı için maddi imkânlar da dahil olmak üzere her türlü destek verilmelidir.
Barış, hemen şimdi!
Fiziksel, sözel veya ekonomik her türlü şiddeti reddediyoruz. Küresel yeşil hareketin şiddetin son bulması için bireysel ve toplumsal seviyede barışçıl ilişkiler geliştirmekten, savaşları engellemek için küresel çapta verilen mücadelenin bir parçası olmasına kadar, gösterdiği çabanın ve dayanışma ağının bir parçasıyız.
Toplum içinde şiddetin endişe verici artışını durdurmak için bireysel silahlanmanın önlenmesinden siyasetteki kutuplaşmayı kırmaya, medyada şiddet dilinin kullanılmasına izin vermemekten eğitim sisteminde barış dilini yerleştirmeye kadar pek çok önlem alınmalıdır. Çatışmacı değil yapıcı bir siyaset dili de toplumsal barışın sağlanması için gereklidir. Yeşiller olarak barışın hem toplumsal hayatta hem siyasette hem de uluslararası ilişkilerde tesis edilmesi için sorumluluk alacağız.
Türkiye, tarihi boyunca Kürt kimliğini reddederek, anadil başta olmak üzere Kürtlerin eşit yurttaşlık haklarını kısıtlayarak ve aşırı merkeziyetçi yönetim biçiminin de katkısıyla yerel katılım ve temsil haklarını çiğneyerek iç barışı sağlayamamış ve çatışmalar nedeniyle demokrasisini geliştirememiş bir ülke. Bugün milliyetçiliği ve şiddet üreten devlet aklını bir tarafa bırakıp Kürt sorununu diyalogla, insan hakları temelinde ve ademimerkezi yönetim anlayışıyla çözmemiz, barışın, refahın ve demokratikleşmenin önündeki en büyük engeli ortadan kaldıracaktır. Bunun için ilk adım olarak Anayasa’ya aykırı olarak kayyumlara devredilen seçilmiş yerel yönetimler görevlerine iade edilmeli, hapisteki Kürt siyasetçiler derhal serbest bırakılmalıdır.
Yıllardır savaşlarla boğuşan yakın coğrafyamızda güçlü bir barış sesine bugün her zamankinden daha fazla ihtiyaç var. Türkiye’nin dış politikasını barış, uluslararası hukuka saygı ve çok taraflılık ilkeleriyle yeniden şekillendirerek ülkeler ve toplumlar arası samimi diyalogların başlatılması, ancak barışa gerçekten inanan bir siyasi hareketle mümkündür. Türkiye yurtdışında asker bulundurmaktan, maceracı ve yayılmacı dış politika anlayışından vazgeçmelidir.
Yeşiller olarak, Türkiye’nin Avrupa ailesine mensup olduğunu ve en kısa zamanda Avrupa Birliği müzakere sürecine eskisinden daha güçlü ve kararlı biçimde dönmemiz gerektiğini düşünüyoruz. Bu sadece ortak geçmişimiz ve paylaştığımız evrensel değerlerden değil, Avrupa Birliği’nin insanlığın barış ve insan hakları temelinde kurabildiği ulus devlet ötesi yegâne siyasi yapı olması nedeniyledir. Türkiye de bu barış idealinin bir parçası olmalı ve daha demokratik, daha sosyal ve daha yeşil bir Avrupa ve Türkiye için hep birlikte mücadele etmeliyiz.
Bu kapsamda Kıbrıs’ın bütünüyle silahsızlanması sağlanarak Kıbrıs sorunu en kısa zamanda müzakereler temelinde çözülmelidir. Kıbrıs’ın barış adası, Ege ve Akdeniz’in barış denizi olması sağlanmalıdır.
Yeşil, adil, eşit ve özgür bir gelecek kurgularken tarihten çıkardığımız dersler, birlikte barış içinde yaşamak için bize ışık tutuyor. Ermeni soykırımı başta olmak üzere, Türkiye topraklarında yaşanmış bütün acılarla yüzleşmek için elimizden gelen çabayı göstereceğiz. Geçmişte insanlığa kara bir leke olarak sürülen, eko-kırımlar da dahil bütün soykırımların utancını taşıyoruz. Tarihle yüzleşmeyi barış içinde bir toplum inşa etmek için zorunlu görüyor, iyileşmenin mümkün olduğuna inanıyor ve tüm siyasal aktörleri harekete geçmeye davet ediyoruz.
Türkiye’de varlıkları reddedilen ya da kendilerini ifade etme imkânları kısıtlanan bütün etnik ve dinsel kimliklere özgürlük alanlarının tanınması ve göç etmek zorunda bırakılmış herkese haklarının geri verilmesi için onarıcı adalet mekanizmalarının harekete geçirilmesi de bir zorunluktur.
Demokrasi, hemen şimdi!
Mutlu ve refah içinde bir toplum ancak demokrasiyle mümkündür. Bunun için de öncelikle adalet duygusunun topluma hakim olması gerekiyor. Gerçek demokrasi, şeffaflık ve açıklığın yanı sıra, halkın güvenini sağlayan, verimli, iyi işleyen, katılımcı ve adil bir yönetimin kurulmasıyla hayata geçebilir.
Katılım ve söz hakkı talebiyle, kent çevresini ve yeşil alanlarını korumak için harekete geçen insanların yarattığı Gezi direnişinde açıkça gördüğümüz gibi, gerçek bir demokrasinin kurulması Türkiye’de yaygın bir talebe dönüşmüş durumda. İnsanlar artık baskı, kontrol, gözetleme, sansür ve diğer otoriter yönetim pratiklerinin nesnesi olmuş, gergin ve gelecek umudunu yitirmiş bir halde yaşamak istemiyor.
Demokrasinin ve toplumsal barışın tesisi için ön şart olarak düşünce suçlarını ve siyasi suçları tarif eden maddelerin yasalardan çıkarılmasını, baskı ve siyasi intikam amaçlı kovuşturma, gözaltı ve tutuklamaların durdurulmasını, cezaevlerinde tutulan düşünce suçlusu tutuklu ve mahkumların bırakılmasını istiyoruz.
Sadece seçim gününe sıkıştırılmış bir demokrasi değil, karar alma süreçlerine sürekli katılımın mümkün olduğu, temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alındığı, iktidarın keyfi uygulamalarına izin verilmeyen, hukuk devletinin garanti altına alındığı, yargının bağımsız ve tarafsızlığına saygı duyulan, yerelleşmenin ve şeffaflığın hayata geçtiği gerçek bir demokrasinin şimdi tam zamanı!
Devletin aşırı merkezi yapılanması demokrasinin önündeki başlıca engeller arasındadır. Karar alma süreçlerinin mümkün olduğunca merkezden yerellere aktarılması ve doğrudan demokrasi ilkesinin kılavuzluğu ile halkın demokratik katılımını sağlanabilir, yönetimin şeffaflığı ve hesap verebilir olması sağlanır.
Yerel yönetimler de demokrasinin tabana yayılmasının en önemli unsurudur. Kent politikalarını iklim kriziyle mücadele edecek, ekolojik, sosyal ve katılımcı bir şekilde yeniden kuran, tarihi ve kültürel mirası koruyan yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve demokratikleştirilmesi için çalışmak Yeşiller’in öncelikleri arasındadır.
Yeni bir toplumsal sözleşme!
Anayasayı bir toplumun birlikte yaşama sözleşmesi olarak kabul ediyoruz. Bu nedenle anayasa, toplumun tüm kesimlerinin birlikte hayat verdiği bir metin olmalı. Tek bir parti veya ittifakın anayasal kuralları ve rejimi dayatmasına karşıyız. Yazım ve kabul ediliş aşamaları sorunlu, çok farklı değişikliklerle yamalı bohçaya dönmüş ve içsel uyumunu kaybetmiş 1982 Anayasası’nın değiştirilmesi artık bir zorunluluk. Özellikle de merkezi yapıyı güçlendiren ve bir “tek adam rejimi” yaratan 2017 değişikliklerinden sonra bu, artık daha da büyük bir ihtiyaç.
Yeni anayasa yazılırken kimse dışlanmamalı, ötekileştirilmemeli ve düşmanlaştırılmamalı. Toplumun her kesimi eşit, adil ve özgür şekilde anayasa yazım sürecine katılabilmeli. Yeni anayasa bireysel ve sosyal hak ve özgürlüklere dayanan, gerçek bir güçler ayrılığı kuran, yargı bağımsızlığını ve hukuk devletini güvence altına alan çağdaş bir metin olmalı. Siyasete katılmanın ve demokratik temsilin önündeki en büyük engeller arasındaki Siyasi Partiler ve Seçim Kanunları adil ve demokratik bir parti örgütlenmesine ve seçim sistemine olanak verecek şekilde değiştirilmeli.
Toplumumuz sadece insanlardan değil, bizimle birlikte diğer hayvanlardan ve doğal varlıklardan oluşuyor. Adil ve eşitlikçi bir düzeni sadece insanlar için değil, doğa ve bütün canlı varlıklar için istiyoruz. İnsanlar arasında olduğu kadar türler arasında da sömürüye, işkenceye ve tahakküme karşıyız. Doğanın ve her canlının, saygıya ve ihlâl edilemez haklarının tanınmasına yer veren ekolojik bir anayasayla bu hakların yasal ve anayasal seviyede korunmasını sağlamalıyız.
Hiç kimse sebepsiz göç etmez!
Günümüzde savaşlar, otoriter rejimler, açlık ve yoksulluk, iklim krizi ve kuraklık gibi nedenlerle her gün yüzlerce insan onurlu bir yaşam için yerlerinden yurtlarından göç etmek zorunda kalıyor. Zorlayıcı yaşam koşulları en temel insan haklarına erişimi imkânsızlaştırıyor. Milyonlarca insan özgür bir yaşam, barınma, sağlık, eğitim gibi haklardan mahrum bırakılıyor.
Başta Suriye’deki savaştan kaçarak Türkiye’ye sığınmış 3,5 milyon sığınmacı olmak üzere çeşitli ülkelerden gelen 5 milyonun üzerinde insan yıllardır hâlâ misafir olarak adlandırılıyor ve geçici koruma statüsüyle hayatını sürdürüyor. Geçici koruma statüsü, eğitim ve sağlığa erişim hakkı sağlamakla birlikte, güvencesiz çalışma koşulları, ucuz iş gücü olarak kullanılmaları ve ekonomik yetersizlikler nedeniyle sığınmacıların önemli bir bölümü güvenceli ve onurlu bir yaşam koşullarından yoksun. Üstelik yanlış devlet politikalarının ve kasıtlı yayılan yanlış bilgilerin kurbanı haline gelen sığınmacılar ırkçılık, düşmanlık ve nefretin hedefi oluyor.
Oysa göç, insanlık tarihi boyunca kültürel çeşitliliğin temel kaynağı oldu. Yeşiller olarak, binlerce yıllık deneyimler ve karşılaşmalarla oluşmuş kültürel, etnik ve dinsel farklılıkları zenginlik olarak kabul ediyoruz. Bu kabulle yerlerinden edilmiş insanların barınma, sağlık, eğitim başta olmak üzere insan olmanın getirdiği bütün haklardan eşit olarak faydalanabilecekleri koşulların yaratılması gerektiğini düşünüyoruz. Türkiye’nin BM Mülteciler Sözleşmesi’ne koyduğu şerhi kaldırması, uzun süre ülkede kalan sığınmacıların nereden gelmiş olurlarsa olsun mülteci olarak kabul edilmesi ve entegrasyon için ciddi adımlar atarak somut kriterlerle belirlenecek bir entegrasyon programının ardından vatandaşlığa geçmek isteyenler için gerçekçi bir yol haritası sunması ve göçmenlerin siyasi pazarlık malzemesi yapılmasına son verilmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Şimdi yeni sözler söyleme zamanı!
Artık eski sözler yetmiyor, bildik siyasi yapılar derdimize derman olamıyor. Çünkü bildiğimiz dünya geride kalmak üzere. Oyun bitti artık! Doğayı sonsuz bir hammadde kaynağı ve alt edilecek bir düşman olarak gören anlayışa, krizlerden ve toplumsal adaletsizliklerden başka bir şey üretmeyen bu sisteme itirazımız var.
Yeşiller Partisi olarak yokoluştan önceki son çıkışı yakalamak, geleceğin sözünü gelecek kuşaklarla birlikte üretmek ve geleceği yeşil politikalarla örmek için yola çıkıyoruz. Biz Yeşiller, insanların doğayla uyum içinde, özgür ve eşit olarak yaşadığı başka bir dünyanın mümkün olduğuna inanıyoruz.
Çoğulculuğa dayanan, çeşitliliği zenginlik sayan, şiddetsizliği temel alan, doğrudan demokrasiyi hedefleyen ve katılımcılığa dayanan şenlikli bir yapı kuruyoruz.
Yeşillerin temel ilkelerine inanan herkesi hayal ettiğimiz dünya gibi bir parti olma yolunda beraber yürümeye, evimizdeki yangını hep birlikte söndürmeye çağırıyoruz.