Dünyanın en büyük çevre felaketi sayılan Çernobil nükleer kazası tam 35 yıl önce bugün Türkiye’nin yanı başında meydana geldi ve radyoaktif serpinti ülkeyi yıllar boyu tesirinde bıraktı. 26 Nisan’dan hemen sonra 3-4 Mayıs’ta Edirne’de, 7-9 Mayıs’ta Doğu Karadeniz kıyı şeridinde radyoaktif kirlilik tespit edilmesine rağmen, bu durum dönemin yetkilileri tarafından gizlendi. Dönemin Sanayi Bakanı Cahit Aral, düzenlediği basın toplantısında “Türkiye’de radyasyon yok” diyerek kameraların önünde çay içti. Başbakan Turgut Özal ise “Düşük miktarda radyasyon sağlığa iyi gelir ” diyerek halkla dalga geçti. Kötü ve ciddiyetsiz yönetimin sonucunda Türkiye üretime geçmiş hiç nükleer santrali olmamasına karşın radyasyon kazalarının yaşandığı ülkeler listesinde yer almakta.
Birleşmiş Milletler’in kayıtlarına Çernobil’de 31-54 arasında çalışan yaşamını yitirmiş olsa da kazadan hemen sonra radyasyona maruz kalma sebebiyle yaklaşık 25 binden fazla kişi yaşamını yitirmiştir. Açığa çıkan radyasyon başta Belarus olmak üzere Ukrayna, Almanya, Avusturya, Romanya, İsviçre, İtalya, Fransa, Belçika, Britanya, Yunanistan, Türkiye, İsrail ve Kuveyt’te de tespit edilmiştir. Bu da kazanın büyüklüğünü gözler önüne seren bir gerçektir.
Bu nükleer felaketin üzerinden 35 yıl geçmiş olmasına rağmen etkileri hala milyonlarca insanı etkilemeye devam ediyor, canlı yaşamını hasara uğratıyor. Yarıçapı 30 kilometrekarelik bölge hala yerleşime kapalı ve tarımsal, hayvansal üretim yapılmasına izin verilmiyor. Kazadan itibaren artış gösteren kanser hastalıkları günümüzde hala etkisini göstermeye devam ediyor. Kazanın ortaya çıkardığı hastalıklar da sadece kanserle sınırlı kalmıyor.
Türkiye, bu kadar yoğun ve acı şekilde etkilendiği Çernobil’e rağmen hala nükleer enerji rüyaları görmeye devam ediyor. 1977 yılında başlayan Akkuyu’ya nükleer santral kurma hevesi bugünlerde ardı ardına atılan temellerle ilerliyormuş gibi görünüyor. 2010 yılında Türkiye’nin Mersin’de 4800 megavatlık nükleer santral kurulması için Rusya ile imzaladığı hükümetler arası anlaşma ise bugüne dek hukukun ve yönetmeliklerin arkasından dolanıp izleyen süreçte dönüştürülmesiyle bugün inşaat aşamasında hızlı adımlarla ilerliyor. Atılan her inşaat adımındaysa zeminde çökme haberleri birbirini kovalıyor. Türkiye göz göre göre bir nükleer felakete doğru ilerliyor.
Ne yazık ki Akkuyu tek de değil. Rusya ile Akkuyu’da görülen rüyaların bir benzeri Japonya ile Sinop’ta görülmeye devam ediyor. Mersin’de olduğu gibi Sinop’ta da reaktörlerin Yap-Sahip Ol-İşlet tarzında hayata geçmesi planlanıyor. Bu da enerjide dışa bağımlılığa karşı diye savunulan nükleer enerjinin aslında dışa bağımlılığı arttıran bir seçenek olduğunu bize gösteriyor.
Çernobil’in, Akkuyu’nun, Sinop’un ötesinde nükleerin en büyük sorunlarından bir tanesi atık problemi. Türkiye nasıl ki nükleer santrali olmadan kaza yaşayan ülkelerden biri olmuşsa şimdi de Gaziemir’deki nükleer atıklar sebebiyle bir nükleer atık sorunu var. Gaziemir’deki nükleer atıklara olan yaklaşım gelecekteki atıklar için de bize bir ışık tutuyor ve nükleer enerji karşıtlığımızı güçlendiriyor.
2021 yılında temiz enerji kaynaklarındaki tüm gelişmelere rağmen canlı yaşamına olumsuz etkisinin binlerce yıl süreceği bilinen nükleer enerjiye yatırım yapmak; günümüz canlılarının güvenli yaşam hakkını gasp etmek kadar gelecek kuşakların hayatından çalmak anlamına geliyor. Bugüne dek yaşananların yaşanacakların taahhüdü olduğu barizken hiç bir insanın böylesi bir ekolojik ve insanlık krizinin kararını vermeye hakkı olamaz.
Yeşiller Partisi olarak, bir mühendislik projesi olmaktan çoktan çıkıp takıntılı bir kaynak aktarma ve dış politika malzemesine dönüşmüş bu “sevdadan” acilen vazgeçilmesi gerektiğini üstüne basa basa vurguluyoruz. Enerji demokrasisini gözeten, dağıtık, yerelden gelen ve adil bir yenilenebilir enerji modelini savunuyoruz. Türkiye üzerinde hiç bir nükleer santralin izi kalmayınca kadar da direnişimize devam edeceğimizi duyuruyoruz.