Cumhuriyet tarihinin en elim olaylarından 6-7 Eylül’ün üzerinden 67 sene geçti. Ancak hem 6-7 Eylül 1955’te yaşanan acıların hem de bu iki günün İstanbul’da ve Türkiye’de bıraktığı mirasın etkisini halen hissediyor ve görüyoruz.
Devletin en üst kademelerinin de işin içinde olduğu, üst düzey bir yetkilinin “6-7 Eylül de bir Özel Harp işidir ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı” sözleriyle simgeleşen İstanbul Pogromu sonucunda 4.214 ev, 1.004 işyeri, 73 kilise, bir sinagog, iki manastır, 26 okul ile aralarında fabrika, otel, bar gibi yerlerin bulunduğu 5.317 mekân tahrip edilip yağmalandı. 11 kişi öldü, resmî rakamlara göre en az 60 kadına tecavüz edildi ve onlarca kişi yaralandı. Olaylar sadece İstanbul ile sınırlı kalmadı; İzmir’de de yansımaları görüldü.
İstanbul Pogromu’nu planlayan ve hayata geçirenlerin esas hedefi; kentin, ülkenin, sermayenin Türkleştirilmesi; azınlıkların her an bir korku ikliminde yaşamak zorunda bırakılmasıydı. Bu durumun zihinlerde ve kalplerdeki travmatik etkisi halen devam ediyor. İç ve dış politikada yaşananlar sonucunda dönemsel olarak artan göçlerle yüzlerce yıldır yaşadıkları topraklardan kopmak zorunda kalan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, nüfus araştırmalarında birer sayı olarak görülseler de aslında komşumuz, arkadaşımız, hısmımız, akrabamızdı. Dahası içinde yaşamaktan mutlu olduğumuz kültürümüz ve yöneticilerin işlerine gelince sahiplenmeyeni “hain” ilan ettiği, fakat gerçekte üstünü çizmekten çekinmedikleri geçmişimizdi.
Bugün gerek belgelere gerekse tanıklıklara dayanarak yapılan araştırmalar sayesinde belki 6-7 Eylül’de yaşananlara dair karanlık noktaların çoğu aydınlatıldı. Bu olaylara neden olan provokasyonun, bu “muhteşem örgütlenmenin” ayrıntılarını artık biliyoruz, fakat bu yetmez! 1955’in öncesinde ve sonrasında benzer acılarla dolu olması, bu olayla gerektiği gibi yüzleşmememizin sonucu. Eğer İstanbul Pogromu’yla yüzleşilseydi provokasyon, şiddet olayları, ölümler, varlığın el değiştirmesi ve toplu göç sarmalı bugün Diyarbakır’dan Mardin’e; Sivas’tan Maraş’a; İzmir’den Trakya’ya ve elbette İstanbul’a uzanmaz; “devlet geleneği”nin bu tezahürleri sadece yılın belli günlerinde andığımız yeni acılara yol açmazdı. Bu “devlet geleneği”nin açtığı toplumsal ve ekonomik yaraların onarılmaması bugünümüzü etkiliyor ve gerçek eşitliğe dayanan kardeşçe bir gelecek kurmamıza ket vuruyor.
Biz Yeşiller Partisi olarak, tarihle yüzleşmenin geçmişe değil, tam da bugüne ve geleceğe dair bir arınma olduğunun farkındayız. Geçmişle yüzleşmek, gelecekte kardeşleşmek, gelecekte ortak yaşamı kurmak demektir. Ne saydığımız diğer acıların ne de 6-7 Eylül’ün utancı ile yaşamak istiyoruz ve soruyoruz: Hepimiz için güvenli ve güzel bir geleceği ne zaman inşa etmeye başlayacağız?
Yeşiller Partisi